Küresel bir savaşın başlamış olduğu yönündeki tartışmalara henüz net bir yaklaşım sergileyebilmek çok mümkün gözükmese de, Ukrayna savaşının bölgesel bir çatışmadan ziyade küresel güç mücadelesinin ürünü olduğu yönündeki tespitlerin haklılığı gün geçtikçe ortaya çıkıyor. Ukrayna’da başlayan 21. yüzyılın küresel kavgası ilk aşamasını geride bıraktı ve tehlikeli bir tırmanışı ifade eden, gaz boru hatlarının, ulaşım hatlarının, kritik alt yapı tesislerinin hedef alındığı yeni bir aşamaya geçildi.
Bu savaş, uzun soluklu ve aşamaları olan bir savaş. İlk aşamada neler yaşandığına bakarsak, Rusya’nın sahada ilerleme kaydettiğini, Lugansk, Donetsk, Zaporijya ve Herson bölgelerini sınırlarına kattığını; ancak Avrupa ülkelerinin Rusya’nın karşısında, ABD’nin yanında konumlanmasıyla Avrupa-Atlantik eksen içerisinde bir konsolidasyon ortaya çıktığını gözlemliyoruz.
Bu durumda şu soru kaçınılmaz bir şekilde karşımıza çıkıyor: ABD’nin etrafındaki Avro-Atlantik konsolidasyonu kısa vadeli mi olacak, yoksa bu mücadeleyi kazanacak kadar uzun ömürlü olabilecek mi?
Savaşın yeni aşamasında Rusya Avro-Atlantik eksendeki bu konsolidasyonu kırmak için enerji kartını açarken, Avro-Atlantik güçleri de Rusya’nın enerji gücünü kırmak için her yolu deniyorlar. Bunun artık çok kritik bir aşama olduğunun ve Rus enerji kartının gücünün tahmin edilenden daha fazla olduğunun altını çizmekte fayda var. Her şeyden önce, enerjinin salt ısınma ile ilgili olmadığını, enerjinin esas etkisini Avrupa sanayiine ve üretimine vurduğu darbede aramamız gerektiğini ortaya koymalıyız. Burada şunu görüyoruz, bugüne kadar büyük güçler arasında genellikle bir karşılıklı bağımlılıktan bahsedilirdi, ancak anlıyoruz ki enerjide Rusya ile Avrupa arasında bir karşılıklı bağımlılık söz konusu değil, aksine Avrupa’nın Rusya’ya tek taraflı bir bağımlılığı söz konusu! Kuzey Akım boru hatlarına düzenlenen sabotaja bu çerçeveden bakarsak sonuçlarını daha net kavrayabiliriz.
Bu tek taraflı bağımlılık jeopolitik düzlemde Rusya’ya ciddi bir avantaj sağlıyor. Nasıl mı? Avrupa’ya gaz tedariğinin kesilmesiyle birlikte Avrupa’nın sınai üretimindeki maliyetler, yani gerek temel ihtiyaç mallarının gerekse de dayanıklı tüketim mallarının ve teknolojik ürünlerin üretim maliyetleri yükseliyor. Bu da, Avrupa’da son 2-3 neslin ne demek olduğunu dahi bilmedikleri yüksek enflasyonla karşılaşmalarına neden oluyor ve ortalama bir Avrupalı vatandaşın refahını hissedilir biçimde azaltıyor.
Avrupa halkları tarihsel olarak refah seviyeleri etkilendiğinde hükümetlerine karşı başkaldırı geleneğine sahiptirler ve şimdi enerji krizinin yarattığı yüksek enflasyonun etkileri hissedilmeye başlandıkça Avrupa ülkelerinde halkların, Avrupa’nın kaderini kayıtsız şartsız ABD’nin eline bırakmış siyasi elitlerin iktidarda olduğu hükümetlere karşı reaksiyonları ortaya çıkmaya başlıyor. Bunun ilk örneği beklenmedik bir yerde, İsveç’te görüldü ve Avro-Atlantik politikalara sadık sosyal demokrat iktidar, içinde popülist/milliyetçi unsurların çoğunlukta olduğu merkez sağ koalisyona karşı seçimi kaybetti. İkinci darbe İtalya’da popülist/milliyetçi Georgia Meloni’nin liderliğini yaptığı koalisyonun seçim zaferi ile geldi. Üçüncü gelişme Bulgaristan’da yaşandı ve kayıtsız şartsız Avro-Atlantik yönelimine sahip iktidar Rusya ile Avro-Atlantik arasında denge gözetme yanlısı eski başbakan Boyko Borisov’a karşı kaybetti. Şimdi sırada Ocak ayında Çekya’daki seçimler var ve son kamuoyu yoklamalarında AB’ye ve Avro-Atlantik eksene mesafeli olan ve 2021’te tasfiye edilen Andrej Babis açık ara önde görünüyor.
Avrupa’da yaşanan bu gelişmelerin savaşın yeni aşamasının bileşenleri olduğuna kuşku yok. Rusya ile Avro-Atlantik arasındaki bilek güreşi hem sahada, hem de hibrit formda uluslararası siyaset sahnesinde devam ediyor ve daha da şiddetlenecek gibi görünüyor. Peki, bundan sonra ne beklenebilir? Avrupa’da halklar ile siyasi elitler/hükümetler arasındaki çatışma, huzursuzluk derinleşirse, ki bu yöne doğru bir gidişat söz konusu, önümüzdeki dönemde bazı Avrupa Birliği ülkelerinde hükümetlerin düştüğüne şahitlik edebiliriz.
Savaşın bu yeni aşaması bize iki kritik noktayı daha işaret ediyor. Birincisi, şu an Avrupa’da Avrupa entegrasyonunun üzerine inşa edildiği temellerin sağlam olup olmadığı tartışması açılıyor. İkincisi, ve savaş açısından daha kritik olanı, Avrupa entegrasyonunun temellerine yönelik şüphe ve sorgulamaların artmaya başladığı bir noktada, Rusya karşısında Avrupa-Atlantik eksen içerisindeki konsolidasyonun uzun ömürlü olmayacağını ve Avrupa’da değişim olmaya başlarsa Avrupa güçlerinin kıtada yeni bir politik mimari ve güvenlik mimarisi inşa edilmesi için Rusya ile masaya oturma sürecine yaklaşacaklarını söyleyenlerin oranı da kayda değer biçimde artıyor. Bu belki de şöyle bir soru şeklinde formüle edilebilir: Avrupa ABD’nin vasalı mı olacak, yoksa özgür bir Avrupa mı olacak? Bu sorunun cevabı zaten galibin belirleneceği savaşın nihai aşamasına geçişin işareti anlamına gelmektedir ki, bunu insanlığa ancak zaman gösterecektir.