27 Eylül 2020’de başlayan ve 10 Kasım 2020 tarihinde ateşkes uzlaşmasının imzalanmasıyla duran kırk dört günlük ‘İkinci Karabağ Savaşı’ Azerbaycan’ın kesin zaferiyle sonuçlandı. Savaş, çatışmayı yürüten tarafların askeri ve teknik güçlerindeki asimetrik farklılığı göstermenin yanı sıra uluslararası sistemdeki köklü değişimleri de gözler önüne serdi.
Post-Sovyet coğrafyanın ‘dondurulmuş sorunları’ arasında en yakıcı olarak nitelendirilebilecek olan Dağlık Karabağ’da 26 yıl sonra statükonun değişimi esasında iki temel gelişmeyle alakalıydı. Bunlardan birincisi, 2016’da ABD destekli darbe girişiminin başarısızlığa uğraması sonrasında Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşmaya başlaması; ikincisi, 2018’de Ermenistan’da gerçekleşen renkli devrim sonucu iktidara gelen Paşinyan’ın Batı yönelimine girmesiyle Rusya’dan uzaklaşmasıydı. Bilhassa ikinci faktörün Erivan ve Moskova arasında bir gerilime dönüşeceği ve Azerbaycan ile Türkiye için, iyi değerlendirilebilirse, Karabağ sorunun Bakü lehine halli açısından bir fırsat penceresi açacağı iki yıl önceki tahminlerimiz arasındaydı. (https://twitter.com/VozdemirV/status/1326603628866572288?s=20)
Savaş öncesi Kafkaslardaki jeopolitik denge yakından incelendiğinde, Ermenistan Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü çerçevesinde Rusya’nın resmi müttefiki iken, Moskova’nın bölgede çok iyi ilişkiler yürüttüğü bir başka ülke de Azerbaycan’dı. Rusya, 90’larda yaşanan Birinci Karabağ Savaşı’nın aksine ikinci savaşta resmen tarafsız bir tutum takınarak sahada askeri güç dengesinin lehine olduğunu bildiği Azerbaycan’ın kazanımlarına bir nevi yeşil ışık yakmış oldu. Azerbaycan ordusu işgal altındaki toprakları özgürleştirmek için operasyonlarını genişlettikçe Erivan’ın Rusya’yı savaşın içine dahil etme çabalarına Moskova sırt çevirmek suretiyle çatışmayı Azerbaycan’ın iç güvenlik harekatı şeklinde yorumladı. Bu politikayla temelde Rusya, Ermenistan’ı kendi etki alanından çıkarmaya çalışan Paşinyan’a ders verme ve Batılı güçleri bölgeden uzaklaştırma amacı güttü.
Süreç sonunda Karabağ’a barış gücünü yerleştiren ve kendi arka bahçesi olarak gördüğü Transkafkaslarda Batılı güçlere diplomatik darbe vuran Rusya’nın Azerbaycan’dan sonra savaşın en çok kazananı olduğu iddia edilebilir. Azerbaycan ise hem işgal altındaki toprakların büyük çoğunluğunu kurtararak hem de Ermenistan karşısında galip olmanın getirdiği psikolojik üstünlükle en büyük kazanan oldu. Sovyetlerin çöküşü sonrasındaki yaklaşık otuz yıllık makus talihini yenerek ulus-devlet kimliğini pekiştirdi. Son olarak Dağlık Karabağ etrafındaki rayonlardan Laçin’in de 1 Aralık 2020 tarihinde teslim alınması ve Karabağ’daki kültürel açıdan önemli tarihi Şuşa kentinin kurtarılması Azerbaycan tarafı için büyük moral oldu.
Türkiye başından beri açıkça desteklediği Azerbaycan’ın zaferiyle bir başka kazanan sayılabilir. Ayrıca ateşkesi gözetlemek için ortak denetim merkezinin kurulması ve Türkiye ile Rusya arasında imzalanan ayrı bir mutabakatla Türk askerinin bu mekanizmada görev alması başarı olarak görülebilir. Türkiye Kafkaslardaki etkisini artırmıştır. Türk askerinin bölgede daimi varlık göstermesi Türkiye ve Azerbaycan açısından son derece önemlidir. Şu anda barış gücü niteliğinde olmasa da Türk askerinin görev kapsamı önümüzdeki dönemde netlik kazanacaktır.
Ateşkes uzlaşması incelendiğinde en çok dikkat çeken nokta, şu aşamada metinde bahsedilmesinden kasten kaçınılan bir konudur: Rus barış gücü tarafından beş yıl boyunca korunacak alanın statüsü! Azerbaycan bu bölgedeki Ermeniler için sadece kültürel özerklikten bahsederken, Ermenistan burada geniş bir idari özerklik için çabalayacaktır. Burada halen daha pürüzlü alanlar olduğu öne sürülebilir. Rusya, Ermenistan ve Azerbaycan arasında mümkün olduğu kadar bir denge kurmak isteyecektir. Tüm bunlarla birlikte, ateşkes metninin nihai anlaşma olmadığı ve bundan sonraki süreçte çetin müzakerelerin yapılacağı unutulmamalıdır.
Savaş, bölgedeki jeopolitik fay hatlarını derinden etkilemiştir. Ankara’nın Karabağ sorununu uzun yıllar boyunca Batı ile birlikte hareket ederek çözme stratejisi, karşısındaki İran-Ermenistan-Rusya bloku tarafından hep boşa çıkarılmıştı. Hatta bu uğurda 2009 yılında imzalanan Türkiye-Ermenistan arasındaki protokoller nedeniyle Ankara bölgedeki yegane müttefiki ve kardeş ülkesi Azerbaycan’ı kaybetme riskiyle de karşılaşmıştı. Statükonun değişimi ise yukarıda anlatıldığı üzere, farklı bloklardaki ülkelerin pozisyon değişimiyle mümkün olmuştur. Nitekim Türkiye, geçmişteki Batı ile sürdürdüğü ittifak ilişkileri yerine Rusya ile daha dengeli bir pozisyon arayışına girince sonuç ilk kez Azerbaycan’ın lehine gelişmiştir. Süreç bu şekilde devam ederse Azerbaycan-Rusya-Türkiye üçlüsünün önünde yeni ufukların olduğu da iddia edilebilir.
İkinci Karabağ Savaşı’nın en önemli göstergesi tek kutuplu dünya düzeninin resmen bittiğini kanıtlaması olmuştur. AGİT Minsk grubunun işlevsizliği bir kez daha gözler önüne serilmiştir. Daha önemlisi uzun yıllar sonra ABD ilk kez, Minsk grubu üzerinden resmen taraf olduğu bir uluslararası sorunda, çözüm sürecinden dışlanmıştır. Bu nedenle savaşın kaybedenleri tarafında iç karışıklığa sürüklenen Ermenistan’ın yanında ABD ve tabi ki kısıtlı imkanlara sahip olduğu halde koşulsuz olarak Erivan’ı destekleyip baştan kaybeden bir başka Minsk grubu Eş başkanı Fransa’yı dahil etmek yanlış olmayacaktır.
Genel itibariyle olumlu değerlendirdiğimiz ve Azerbaycan’ın askeri zaferiyle tescillenen mevcut durumun tahkiminin ardından yeni bir diplomatik sürecin başlayacağı açıktır. Sözkonusu yeni sürecin mikro anlamda belirleyicisi Ermenistan’daki iktidar mücadelesi, makro ölçekte ise Türkiye-Rusya ilişkilerinin seyri olacaktır.